"39. Ulusal Gastroenteroloji Haftası ve 10. Gastroenteroloji Cerrahisi Kongresi" 22-27 Kasım tarihleri arasında Antalya Belek Turizm Merkezindeki bir otelde gerçekleştirildi. Alanında uzman Türk gastroenterologlar, diğer branşlardaki hekimler ve hemşirelerin yanı sıra uluslararası konuşmacıların da katıldığı kongrede; ABD ve Avrupa’dan 14 konuşmacı, Kore’den 15 gastroenterolog, Azerbaycan’dan da 12 misafir ağırlandı. Gastroenterolojinin tüm yönleriyle tartışıldığı kongrede, bin 450’ye yakın katılımcıyla bu yıl rekor bir katılım sağlandı.
Türk Gastroenteroloji Derneği (TGD) Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Dilek Oğuz, kongrede masaya yatırılan konulardan reflü ve irritabl (huzursuz) bağırsak sendromu (İBS) hakkında bilgiler paylaştı. Reflünün, 'mide içeriğinin yemek borusuna çıkışı' anlamına geldiğini belirten Oğuz, bu durumun normal kişilerde yemekten sonra ve gece yatarken, hamilelerde de günlük yaşamlarında yaşandığını söyledi. Böyle bir durumda yemek borusunun yukarıya kaçan mide içeriğini aşağı baskıladığını, ancak hücre eksikliği ve şişmanlık bulunan kişilerde basınç eksikliği yaşanıp asidin yemek borusunda tahrişlere neden olduğunu aktardı.
“Türk halkı giderek şişman olmaya başladı”
Türk toplumunda yüzde 30’a yakın reflü hastalığı bulunduğu bilgisini veren Oğuz, “Türk halkı giderek şişman olmaya, beslenme tarzı yanlış olmaya başladı. O yüzden reflü, batılı ülkelerdeki gibi Türkiye’de de önemli bir sorun haline geldi” şeklinde konuştu.
“Hasta kendini kalp hastası zannedebilir”
Reflünün tedavisinde, sebep olan faktörleri ortadan kaldırmak gerektiğini belirten Prof. Dr. Oğuz, “Şişmansanız zayıflarsınız, sigara içiyorsanız içmezsiniz, bazı ilaçları kontrol edersiniz. Reflü, yemek borusuna kaçtığı zaman burayı tahriş eder. Bu tahrişi de, yukarıya kaçan asit içeriğini giderecek ilaçları uzun süre kullanarak iyileştiririz. İyileşme gerçekleşince bir tehlikesi yoktur. Halk arasında ya da çeşitli ortamlarda speküle edildiği gibi reflü kansere yol açmaz. Uzun dönemde reflü, hastanın yaşam kalitesini bozar. Uzun dönemde ağzına gıda gelebilir, sürekli yanması ve göğüs ağrısı olabilir. Hatta kendini kalp hastası zannedebilir. Hastalık semptomları bu kadar şiddetliyse, özellikle mide asidini baskılayan ilaçlarla hasta tedavi edilebilir” diye konuştu.
“Her ilaç kullanana verilmemesi gerekiyor”
Oğuz, reflünün tedavisinde kullanılan mide asidi baskılayıcı ilaçların, çoğu vatandaş tarafından yanlış amaçlı kullanıldığına da işaret ederek, “Mide koruyucu diye bir şey yok. Bu ilaçlar mide asidini azaltan ilaçlardır. Siz o ilacı aldığınız zaman, o ilaç midenin asit salgılamasını engeller. Böylece asidin yukarı kaçıp oluşturduğu zarar ortadan kaldırılmış olur. Halkımızda, ‘Sen çok ilaç kullanıyorsun, mide koruyucu al’ gibi bir yanlış uygulama var. Biz reflü ve ülser döneminde mide baskılayıcı ilaç kullanıyoruz. Bunun dışında, mideye zarar vereceğini bildiğimiz ilaçlar kullanılacağı zaman mide asidini dönem dönem baskılamamız gerekiyor. Bu gibi zamanlarda mide asidi baskılayıcı ilaç kullandırıyoruz. Her ilaç kullanana vermememiz gerekiyor” ifadelerini kullandı.
“Bağırsak en büyük beyin”
Son yıllarda gündemde olan irritabl (huzursuz) bağırsak sendromu (İBS) hakkında da bilgiler paylaşan Oğuz, bu hastalığın fonksiyonel sindirim sistemi hastalıklarından biri olduğunu söyledi. Sindirim sisteminin hareketli bir sisteme sahip olduğuna dikkati çeken Oğuz, şunları söyledi:
“Aldığınız gıdanın yemek borusundan mideye, mideden ince bağırsaklara ve kalın bağırsaklara gönderilerek dışarıya çıkartılması gerekiyor. Ama bu o kadar kompleks bir fabrika ki, lokmayı yuttuğunuz andan itibaren işleyen bir sürü çark var. Bunların herhangi birinde bir düzensizlik, aracı bir madde ve molekül eksikliği olduğu zaman bu bozuluyor. Sindirim sistemini ağızdan anüse kadar bir orkestra gibi düşünün. Orkestrada keman, yay, flüt, piyanonun hepsi ahenkle çaldığı zaman ortaya güzel bir müzik çıkıyor. Huzursuz bağırsak sendromu hastaları ya da fonksiyonel sindirim sistemi hastalıklarında orkestrada herkes ayrı telden çalıyor. O zaman da kaos oluyor. İBS’de özellikle kalın bağırsaklarımız kabız, ishal ve karın ağrısıyla bizim karşımıza geliyor. Tanıyı koymak için birçok şekliyle araştırıyoruz. Bağırsak ve beyin aksı son yıllarda çok moda. Bağırsak en büyük beyin ve beyinle iletişimi sürekli, beynin dışarıyla ve içeriyle iletişimi var. Bağırsakların da içeriyle ve dışarıyla iletişimi var. Bu yüzden çok çabuk bozulabiliyor. Huzursuz bağırsak sistemi böyle bir hastalık. Hakikaten de huzursuz. Bu hastadaki gaz miktarıyla normal insandaki gaz oranı aynı olduğunda dahi, normal kişi bu gazı hiç hissetmiyor ancak sendromu bulunan kişi şişkinlik ve karın ağrısı semptomu yaşıyor.”
“Stres oldukça tuvalete gidiyor, tuvalete gittikçe stresi artıyor”
Son olarak, İBS’nin öldürücü bir hastalık olmadığını ancak kişinin yaşam kalitesini bozduğuna vurgu yapan Oğuz, “Tehlikeli bir hastalık değil ama hastanın yaşam kalitesini bozabiliyor. İBS’nin ishal dominant tiplerinde, hasta ofisine gidemiyor, işini yapamıyor, toplantısına giremiyor. Çünkü sürekli 15 dakikada bir tuvalete gidiyor, stres oldukça tuvalete gidişi artıyor, tuvalete gittikçe de stresi artıyor. Ya da kabız oluyor ve bir türlü rahatlayamıyor. Ne yazık ki, bu hastaların yakınları, çevreleri ve iş yerindeki patronları, ‘Senin sorunun psikolojik, sen kafaya takıyorsun’ şeklinde yaklaşımda bulunuyor. Eğer hekim de böyle bir yaklaşım yapıyorsa o zaman o hasta iyileşemiyor ve kendini iyi hissedemiyor. Stres bu hastalığı yapmıyor ama şikayetlerini artırıyor. Dış faktörlerin algısı beyinde işleniyor ve beyinden giden emirler sindirim sisteminde de işleniyor. Öldürücü bir hastalık değil ama hayat boyu devam eder. Tedavi, semptomları iyileştirmeye yöneliktir, çünkü bu iyileşmez. Bu genetik, çevresel ve iç faktörlerin bir araya gelip oluşturduğu problem. Bizim amacımız hastanın yaşam kalitesini iyileştirmek” ifadelerine yer verdi.