Uzun zaman sonra tekrar yazma isteğinin gelmesi insanın hala umudunun olmasının bir kanıtı olmalı. İnsan öyle bir varlık ki aslında umudu hiç bitmiyor bence. Bazen bir mektup, bazen bir kahve, bazen iki satır arasında bulunan anlamlı bir cümle heveslendirebiliyor insanı.
Oysa daha iki gün önce “umudun bittiği yerdeyim” diye bir şarkı dinliyordum karanlıktan yıldızlara doğru bakarken, dalga sesleri eşliğinde. Hevesi kaçıyor bazen insanın, kaçmaması hayatın olağan akışına aykırı zaten. Herkes aynı pencereden bakamıyor. Ya da herkes beklentilerinizi karşılayamıyor veya belki de kimse sizin beklentilerinizin aslında ne kadar küçük şeyler olduğunu göremiyor. Büyük şeyler veremeyecek kadar gönül kesesi dolu olmayan insanoğlu küçük şeyleri de vermekten korkuyor aslında. Alma verme cenderesinin içinde alma kısmının yetersiz olduğunu gören kişi doğal olarak umudunu yitiriyor ve kısmen hayata, kısmen insanlara ama en çok ta kendine küsüyor. O halde amaç bu cendereli teraziyi dengede tutmak olmalı. Ama nasıl?
Çevremize şöyle bir baktığımızda insanların belki de birçok eksiğini görebilirsiniz. Bardağın boş tarafı mutlaka vardır. Ya bir de dolu olan tarafı? İnsanların özünde neyi aradığını görmek önemli bence. Herkes her şeyden önce değer görmeyi ve anlaşılmayı bekliyor. Çünkü biz değer vermeyen ve anlamadan yargılayan beyinler olduk, otomatikleştirildik. Oysa birbirimize gülümsesek, geleni ayakta karşılasak, merhaba desek, hoşça kal desek... Dinlesek, dinleyebilsek... Anlamak için mücadele etsek. Sevebilsek mesela bir köpeği tüm huysuzluklarına rağmen, bir kediyi 10 yıl boyunca günde 2 kere hiç usanmadan elimizle besleyebilsek. Yıllardır görüşemediğimiz bir arkadaşımızı arayıp nasılsın diyebilsek... Gülümsesek, hatta daha da ileri gitsek te gülsek, kahkaha atsak kimseye ve denilecek olanlara aldırmadan... Gülümsemenin, gülmenin bulaşıcı olduğunu biliyor muydunuz? Bunu bulaştırsak tüm dünyaya ve kimseyi beklemeden bunu biz yapsak, başlatsak... Bir kere de beklemesek ne kaybederiz ki?
Aslında hepimiz yorgunuz. Kapitalizmin getirdiği en büyük kara düzen de bu değil mi zaten? Daha güzel bir hayat için çabalatıyor bizleri. Ama hangimiz daha güzel bir hayatın içindeyiz ki? Böyle bir düzendeyken de kendi cennetini yaratabilmeli insan diye düşünüyorum. Taptaze havayı içimize çekerken doğa kendini sakınmıyor, şairler şiirlerini saklamıyorlar, deniz insan seçmiyor kendine kabul ederken bizleri, kitaplar bu sayfamı okuyamazsın önce git şunu öğren sonra gel demiyor, çiçekler onları kokladığınızda solmuyor.. Tam tersini yapmak tam bir cehalet. Havayı kirletiyoruz, şairleri yargılıyoruz, denizi kirletiyoruz, kitapları okumuyoruz, çiçekleri koparıyoruz... Peki merak ediyorum cenneti yaşamak varken neden cehennemi tercih ediyoruz?
Bahsettiğim bu şeylerin hiçbiri karşılıklı değil aslında. Doğa tam bir sabırla bizleri bekliyor hala. Ancak doğanın bile bu sabrını anlamayan insanoğlu bir insanı nasıl anlar ki? Bir gün bu sabır bittiğinde yine olan bize olacak. Bu metafor aslında ilişkilerimiz için de geçerli. Birinin sabır sınırını zorlamak yerine birlikte mutlu olmayı neden tercih edemiyoruz ki biz? Edebilir misiniz? Konuşmak yerine sadece dinleyebilir misiniz, yargılamak yerine anlayabilmeyi tercih edebilir misiniz, nefret etmek yerine sevsek mesela... Herkesi sevsek, sohbet edebilsek doyasıya, sevgi gönüllerdeki nefreti almaz mı sizce de? Alamaz mı, alabilir. Denemeye değer bence..
Biraz da kendimden bahsetsem hiç de fena olmayacak. Büyük şehirleri de gördüm, küçük kasabaları da.. Büyük yerleri de sevdim küçükleri de.. Yenik düştüğüm anlar da oldu “hayat sana nasıl çelme taktım” dediğim zamanlarımda. Çalışmaktan, emek vermekten ve de sevmekten asla gocunmadım. İnanmamak yerine inanmayı tercih ettim. Sevmek için bir sebep aramadım. Bu noktada kırıldığım anlar da çok oldu. Kızdım, uzaklaştım, ama sonra hepsi geçti, affettim. Bu bazen bir sevgili oldu bazen çok yakın bir dost. Herkesten bir şey öğrendim. Herkese de bir şey öğrettim. Bir rolüm vardı bu hayatta. Ama bence ben bu rolün dışına da çıktım. Kendim yazdım hikayemi. Olmak istediğim yerde oldum kırmadan, dökmeden. İnsanları anlamadığım noktalarım çok oldu. İsyan ettiğim anlarım da oldu. Ama dedim ki hep kendime umutlarından ve hayallerinden vazgeçme. Hayallerinin soğuması diye bir şey var bence. Ama ısıtmak elimizde. Avuçlarını birbirine sürtünce kolay bir ısı yayılır ya. İşte o kadar kolay aslında o ısıyı verebilmek hayallerine. Ölmedik daha. Yaşıyoruz, nefes alıyoruz. Nefes aldığımız sürece kendimizi, çevremizi, dünyamızı güzelleştirmek inanın çok kolay. Yargıları, kimlikleri, beklentileri, üniformaları, diplomaları bir tarafı atın. Eşitken hepimiz aynıyız aslında. Bize dayatılan sistem bizim için değil. Sisteme ayak uydurmaya programlanan robot olmaktan çıkıp sistemi bizler için yeniden kurabilsek, ön yargısız ve insanca. Paslanmış yürekleri yeniden temizlesek mesela. Ve sadece kendimiz ve yakınlarımıza yapsak bunu bir hayal edin lütfen şu dünyada yaşamanın mutluğunu?
Not: Kendimden uzaklaştığım zamanlar elbette benim de oldu. Özellikle küçük düşünen ve basma kalıp düşüncelere beni de dahil etmeye çalışan insanlarla uğraşmak yormuştu beni bu ara. Ama kim olduğumu bana yeniden hatırlatan, bana çok uzak ama bir o kadar da şah damarım kadar yakın olan can dostum. Teşekkür ederim. Her şey bizim için. OKUL DEVAM EDİYOR..