Film senaryosu gibi bir hayat: Elvir Baliç

Spor

Aytemiz Alanyaspor'un başarılı antrenörü Elvir Baliç hakkında tüm merak edilenleri yanıtladı. Futbolculuğu sayesinde savaştan nasıl kurtuldu? Bursaspor’a kaçarken neler yaşadı? Real Madrid’de neden başarılı olamadı?

Savaşın orta yerinde başlamış bir hayatın var. Futbol oynamayı geçtim, öyle bir ortamda çocuk olmak nasıldı?
Korkunç. Futbol oynamaya savaştan önce başlamıştım. 1992 senesinde tam ben profesyonel bir mukavele imzalayacakken savaş patlak verdi. Bir anda her şey alt üst oldu. 1984 senesinden 1992’ye kadar Saraybosna’nın en büyük iki takımından birinde, Zeljeznicar Sarajevo’daydım. Oradan diğer büyüğe, FK Sarajevo’ya transfer oldum. Bu iki kulüp Türkiye’deki Fenerbahçe- Galatasaray gibidir. Aralarında çok ciddi bir rekabet vardır, maçları olaylı geçer. Babam beni korumak için her antrenmanıma gelirdi. Dağlarda Sırplar vardı ve onlar için canlı olman ateş etmeleri için yeter sebepti. On kilometre yol yürürdük. O da inanıyordu. Benim bir gün iyi takımlarda futbol oynayacak yetenekte olduğumu biliyordu.

Savaşta kaybettiklerin oldu mu?
Ablamın eşini kaybettim, amcamın oğlunu kaybettim, en sevdiğim komşu teyzemi kaybettim. Ablam ve dayım yaralandı. O savaşta da kazanan olmamıştı, herkes sevdiği birilerini kaybetti, herkes sıkıntı çekti. Ben devam etmek zorundaydım. Her şeyin farkındaydım. Farkında olmamak mümkün değildi çünkü tepemizden savaş uçakları, yanımızdan tanklar geçiyordu. Evde oturup bekleyemezsin. İhtiyaçların var. Sular, elektrikler kesik… Çıkıp, sırada bekleyip eve su taşımak zorundasın. Yiyecek bir şeyler bulmak zorundasın. Gücün varsa tünellerden geçip, birilerine yardım etmek zorundasın.

Ailende başka futbolcu var mıydı?
Savaşta kaybettiğim kuzenimin kardeşi Mirsad Baljiç milli takımda uzun süre oynamıştı. Bosna’da popüler olmuş, iyi bir futbolcuydu. O da benim gibi sol ayağını kullanırdı. Benim de onun gibi sol bek oynamamı istediler ama ben hep hücumu düşündüm. Hocama “Hücum oyuncusuna ihtiyacınız olana kadar kadroya girmemeye bile razıyım” dedim. Gol attıkça da kendimi kabul ettirdim.

Kuşatma altındaki Bosna’dan düzenlenen bir futbol turnuvası sayesinde çıkıp bir yıl boyunca dünyanın birçok yerinde maçlar yapmışsın. Bu devriâlemde başından neler geçti?
Maçların gelirini Bosna’da gönüllü olarak savaşanlardan kurulu orduya bağışlayacaktık. Kadronun içinde ben de vardım ve kendimi bu sayede savaşın dışına attım. Tabii ülke dışında da olsan savaştan kaçabilmiş sayılmazsın. 18 yaşımdaydım ve kaderim kadroya dâhil edildiğim gün değişti. Malezya’da, Arabistan’da, Türkiye’de, Almanya’da bir sürü maç yaptık ve bu maçlarla büyük tecrübe kazandım. Her ülkede cebime bir şeyler koydum. Bunu yapmak hiç kolay değildi. Ailemin yanından ayrıldım ve onlarla tekrar konuşabildiğimde aradan sekiz ay geçmişti.

Sekiz ay sana çok daha uzun gelmiştir… 
Elbette. Söylemek kolay ama yaşamak çok zordu. “Acaba yaşıyorlar mı; açlar mı, toklar mı?” diye düşünmediğim tek gün olmadı ama futbol oynamaya devam ettim. Ailemi aradığımda annem hep “Herkes iyi” diyordu. Emin olmak için sırayla herkesi telefona isterdim. Çünkü takımdaki bir arkadaşımın kardeşi ölmüştü ve ondan altı ay sakladık. Akrabalarımın öldüğünü bize gelen yerel gazeteden öğrenmiştim. Çok büyük paralar kazanmıyordum. Kazandığımı aileme gönderiyordum ama savaş şartlarının yarattığı aşırı enflasyon yüzünden hiçbir şeye yetmiyordu. Bir kilo şeker 160 liraydı. Gerisini sen düşün!

“Herkes uyuyordu. Pasaportlarımızı bulup kaçtık. Korkudan valizlerimizi bile alamadık”
Bursaspor’a gelişin nasıl olmuştu? Savaş zamanında yurt dışına çıkman yasak değil miydi?
Turnuva devam ederken Bursaspor’la bir maç yapmıştık. O maçta iyi bir oyun çıkartmıştım. Nejat Biyediç beni beğenmiş. Maçtan sonra beni istemişlerdi. Oysa benim savaşa geri dönmem gerekiyordu. Turnuva başlamadan önce hepimizi çok ciddi şekilde uyarmışlardı ve sayfalarca belge imzalamıştık. Ben yine de Nejat hocanın telefon numarasını aldım. Turnuva devam etti. Arabistan’a gittik. Arabistan’dan sonra Bosna’ya dönmek için uçakla Türkiye’den aktarma yaptık. Havaalanında beklerken aklımdan onlarca şey geçiyordu. Ülkeme dönersem futbol hayatım bitecekti. Sabah saat 5’ti. Nejat hocayı arayıp “Benimle hâlâ ilgileniyor musunuz? Evet derseniz buradan hemen kaçarım, yanımda bir arkadaşım daha var” dedim.

O ne dedi? Kaçış planın nasıldı? 
“Bir taksiye atlayın, Taksim’de bir otele gidin” dedi. Pasaportu elinde olan kaçtığı için pasaportları saklamışlardı. Herkes uyuyordu. Pasaportlarımızı bulup kaçtık. Korkudan valizlerimizi alamadık. Bir arkadaşım, cebimde 100 mark ve eşofmanlarım vardı. Korkuyordum. Nejat hoca Bursa’dan İstanbul’a bir araba yolladı. O arabayı beklerken hayatımın en zor üç saatini yaşadım. Hiçbir yere ait değildim, “Araf”taydım! 2 Şubat 1995! O günü unutamam.

Kaçtığın ekibin yöneticileri sana tepki göstermedi mi?
Başta beni ailem üzerinden tehdit ettiler. Bursaspor başkanı “Oyuncumun pasaportunu vermeden size bonservis ödemem” dedi. Bu benim için çok büyük bir jestti. Çünkü savaş sürdüğü için beni beş kuruş ödemeden alabilirlerdi. Altı ay sonra aileme kavuştum. Onları gördüğümde aradan bir buçuk yıl geçmişti. Bursa’da altı ay kaldılar. Evlerin çoğu yıkıldığından insanlar dairelerin kapısını kırıp içine yerleşiyordu. Gitmek zorunda kaldılar.

Böyle olunca Bursaspor’a bir vefa borcun oldu. Başarında bunun da payı olduğunu söyleyebilir miyiz?
Tabii ki. Bir yandan kendimi kulübe borçlu hissediyordum, bir yandan kendimi göstermek için elime büyük bir fırsat geçmişti. Ben Bursaspor’a gittiğimde takımda üç forvet vardı ama sonra önüm açıldı. Evim bile hazırlanmış gibiydi. Bursa benim için başkadır. Ailem için de öyle. Türkiye’ye her geldiklerinde Bursa’yı görmeden gitmezler.

Bursaspor’un 1996 yılında UEFA Intertoto Kupası’ndaki başarısında büyük pay sahibi oldun. Seni o zaman daha iyi tanımıştık. O maçlar senin için de önemli bir vitrin miydi?
Şubatta geldiğim için transfer dönemini bekliyordum. Intertoto maçları benim için bulunmaz nimetti. Oynamak için sabırsızlanıyordum. Wimbledon’ı yendik. Ondan sonra da sırayla devam ettik. Karlsruhe ile karşılaştığımız çeyrek final maçında kazananı belirleyecek penaltılarda ilk penaltıyı ben atmıştım. Dokuzuncu penaltıya kadar uzadı. Onu atamazsak kaybediyorduk. Kimse kullanmak istemedi. O penaltıyı kaçırdık ve kupaya veda etik. Sadece Bursa’da değil, bütün Türkiye’de maçlar heyecanla takip ediliyordu. Bütün takım kenetlenmiştik. Bursalıların artık Avrupa’da Intertoto Kupası’ndan fazla övünecek şeyleri olmalı. Çünkü hak ediyorlar.

Ve büyük transfer! Fenerbahçe’ye o dönem için astronomik bir ücret olan 9 milyon dolar karşılığında transfer oldun. Bu ücret seni de şaşırttı mı?
Aziz Yıldırım’ın bir oyla başkan seçildiği seneydi. Gazetelerde adımı görmüştüm. Başkan ilk işlerinden biri olarak beni almak istiyordu. Bursaspor’la burada oynadığımız bir maçta, Fenerbahçeli taraftarlar bana tezahürat yapmışlardı. Ben de gelmek istiyordum ve yöneticilere söz verdim. Galatasaray ve İstanbulspor da istemişti o zaman beni. Fenerbahçe’nin ödediği transfer ücreti açıklandıktan sonra sadece Türkiye’de değil, Bosna’da da herkes benden bahsetmişti.

Bütün magazinciler senin peşine düşmüştü. Onlardan nasıl kurtuldun?
Türkiye’de Hamdi Alkan komedi programında benim kılığımda küvete dolarları doldurup banyo yapıyordu. Gazetelerde karikatürlerim çıkıyordu. Herkes “Bu parayla şu kadar okul, bu kadar otoban yapılır” diyordu. Herkesin gözü üzerimdeydi. Ben de Bosna’ya kaçtım!

O parayla otoban yaptırmadın herhalde?
Bosna’da öncelikle ailemin durumunu düzelttim. Hepsi gerçekten çok zor günler geçirmişti. Bu konudan bahsetmeyi pek sevmesem de Bosna için hayırlı şeyler yaptığımı söyleyebilirim. Bir kilo şekerin hesabını yaptığım günleri unutmadan harcadım o parayı.

Fenerbahçe’de transfer ücretinin ağırlığıyla ezilmekten korkmadın mı? Taraftar senden çok şey bekliyordu…
Tesislerden hiç çıkmıyordum. Sürekli tek başıma çalışıyordum. En önemlisi de kendime güveniyordum. Top benim velinimetimdi ve ondan hiç ayrılmadım. Taraftar beni sevdi ve aradan onca zaman geçmesine rağmen unutmadılar.

“Bir gece bana bir telefon geldi. ‘Gidiyorsun’ dediler. Bacaklarımı hissetmiyordum. Sabaha kadar uyuyamamıştım”

Tarihi 4-3’lük Fenerbahçe–Gaziantepspor maçında oyundan alınınca direkt soyunma odasına gitmiştin. Senin yerine oyuna giren Rapaiç oyunu adeta tek başına çevirmişti. Maçın skorunu öğrendiğinde “İyi ki çıkmışım” dedin mi?
İlk yarıda kötü oynamıştık. Ben oyundan çıkarılınca kendimi kötü oyunun sebebi gibi görmüştüm. İkinci yarı başlamadan taksi tutup Samandıra’ya gittim. Yolda maçı dinliyordum. Dördüncü gol olduğunda nasıl sevindim bilemezsiniz. Hem takımım, hem de kendim için tabii! Yaptığım akıl kârı değildi. Kazanamasaydık, günah keçisi ben olacaktım.

Bursaspor, Fenerbahçe ve Real Madrid! Transfer olacağını ilk duyduğunda aklından neler geçti?
Şaka gibiydi! Toshack beni istemişti ama Fenerbahçe’nin istediği fiyatta anlaşamamışlardı. Aradan biraz daha zaman geçti. Tam kendimi Fenerbahçe’de kalmaya hazırlamıştım ki Real Madrid beni yeniden istedi. Aziz Yıldırım’ın yanına gidip “Bir daha bu şansı bulamayabilirim, bir sakatlanırım her şey biter” dedim. Bana hak verdi. Bir gece bana bir telefon geldi. “Gidiyorsun” dediler. Bacaklarımı hissetmiyordum. Sabaha kadar uyuyamamıştım. Ertesi sabah gidip bir takım elbise aldım ve yola çıktım. Başkan gitmeme çok üzülmüştü. Onu üzgün görünce ben de duygulanmıştım.

Madrid’e gittiğinde heyecanını kontrol edebildin mi peki?
Havaalanında beni yaklaşık 200 kamera karşıladı. Madrid’de çok az insan Fenerbahçe’yi biliyordu. Birkaç gün sabah kalktığımda camdan dışarı bakmadan Madrid’de olduğuma inanamadım. Kaptan Fernando Hierro beni karşıladı. Küçükken gazetelerden onun fotoğraflarını kesip saklardım. İlk idmandan sonra bir baktım yanımda McManaman, Raul, Morientes… Onlarla nasıl konuşacağımı bilememiştim. Onların da benim gibi insan olduklarını anlamam zaman almıştı. Toshack bana “Burada oynamak kolay değil” demişti. Ne dediğini sahaya çıkınca anladım. 90 bin taraftar omuzlarıma oturdu! İlk 15 dakikadan sonra maç bitsin diye dua etmeye başladım.

Rüyanın en güzel yerinde sakatlık kâbusuyla uyandın. Dünya derbisinde oynayamadan sakatlandın. Bu hayal kırıklığıyla nasıl baş ettin?
Real Madrid–Barcelona maçı öncesiydi. Bosna Milli Takımı’yla Estonya’ya dört gol atmıştım. İspanya’ya döndüğümde herkes dev derbide benden gol bekliyordu. Maç için son idmanın bitimine beş dakika kala ayağım kaydı. Çok büyük bir acıydı. Bacağımdan çıkan sesi duyduğumda ağlamaya başladım. Maçta sakatlansaydım bu kadar üzülmezdim. En azından “Barcelona’ya karşı oynadım” derdim. Altı ay oynayamadım. Sakatlıktan önce ve sonra birkaç maç oynayabilmiştim. Sakatlıktan sonra da sabırsızlandığım için şans bulamamıştım. Altı yıllık mukavelem olmasına rağmen küsüp mücadele etmeyi bıraktım. Orada iyi olmanın yetmediğini bilmiyordum!
“Hayallerimden biri de bir albüm çıkarmaktı. Pişman olmadım”
Real Madrid gibi bir takımda oynadıktan sonra Türkiye’de 2. Lig takımlarında oynamak zor geldi mi? Yine bir karar vermen gerekse yine gider miydin?
Ben hiçbir futbol takımını küçümsemedim. İstanbul’dan kopmak istemedim. Zaten her şeyi görüp geçirmiştim. Benim hiçbir zaman gündemde olmak gibi bir derdim olmadı. Tek istediğim biraz huzurdu.
Müzikle ilgilenmen buna yardımcı oldu mu? Çıkardığın albüm için nasıl yorumlar aldın?
Müzik her zaman hayatımın bir köşesindeydi. Zor zamanlarımda en büyük keyfim müzik dinlemekti. Yurt dışında olduğum zamanlarda Bosna’nın yerel müziklerini dinlemek beni çok duygulandırıyordu. Hayallerimden biri de bir albüm çıkarmaktı. Kendim için yaptım. Bosna’da çok beğenildi. Pişman olmadım. Çocuklarıma gösterebileceğim bir hatıra olarak kalacak.

Film gibi bir geçmişten elinde kalan en değerli şey ne?
Real Madrid’de, kulübün duvarında hâlâ benim fotoğrafım duruyor. Şampiyonlar Ligi kupasının kadrosunda benim adım yazıyor. İşte bu bana yeter. Hiçbiri parayla alınacak şeyler değil.

Röportaj Hilal Gülyurt 
Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.