Medipol Mega Üniversite Hastanesi Göğüs Hastalıkları Bölümünden Prof. Dr. Muhammed Emin Akkoyunlu, solunum yetmezliğine ilişkin önemli uyarılarda bulundu. Prof. Dr. Akkoyunlu, tüm canlılarda enerjiyi kullanabilmek için oksijene ihtiyaç olduğunu belirterek “Bu oksijenin alınması ve yakılan enerji sonrası açığa çıkan karbondioksitin de atılmasını sağlayan mekanizmaya biz solunum diyoruz. Solunum esnasında birçok organ görev alır. Beyinde her nefes almamızda nefes almayı uyaracak yani nefes al emrini verecek bir merkez vardır bunun farkında değilizdir. Bu sinirler sayesinde kaslara gelir. Kaslarda bir sorun yoksa ve şişirtebilirse biz nefes alırız. Akciğerde bir sorunumuz yoksa biz aldığımız nefesle beraber oksijeni kana geçiririz ve sonrasında üretilen karbondioksiti tekrardan havaya atarak solunumu tamamlamış oluruz. Bu mekanizmanın herhangi bir aşamasında bozukluk yani oksijen almamızı engelleyecek veya karbondioksiti atmamızı engelleyecek bir durum söz konusuysa ve bunlar kritik eşiği aşmışsa bunlara solunum yetmezliği diyoruz” dedi.
“Oksijen düşüklüğü ölüme kadar götürebilir’’
Solunum yetmezliği olduğunu anlamanın basit yöntemleri olduğuna dikkati çeken Prof. Dr. Akkoyunlu, “Eğer nefesinizin yetmediğini hissediyorsanız solunum probleminiz var demektir. Mesela sizin yaşınızdakiler uzun yol yürüyebiliyorsa veya sizden daha hızlı yokuş yukarı çıkıyorsa ancak siz tıkanıyorsanız, eğer kalbiniz daha hızlı çarpıyorsa o zaman solunum yetmezliği ile ilgili bir probleminiz var demektir. Solunumla ilgili iki önemli işlev vardır. Bunlar oksijenin alınması ve karbondioksitin atılmasıdır. Karbondioksitin atılması problemini daha çok kronik hastalıklarda, KOAH gibi hastalıklarda veya felç gibi sinir iletiminin bozulduğu büyük problemlerde görüyoruz. Bu nedenle karbondioksitin atılmasını fizyolojik bulgularla görmek çok mümkün değil. Karbondioksitin kandan atılmaması alkol gibi etki yapar. KOAH’ı veya nörolojik bir problemi olan hastalar bu konuda tecrübeli oldukları için bunu tespit etmek biraz daha kolay ve biraz daha özel bir durumdur. Ancak toplumun geneli itibari ile baktığımızda oksijenin düşüklüğü çok daha sık gördüğümüz, hayati öneme sahip hatta ölümlere neden olabilen en önemli problemdir. Bu nedenle oksijen yetersizliğini tespit etmek veya akut döneminde farkına varmak oldukça önemli. Oksijenin yetersizliği tüm vücutta ya da belli organlarda, dokularda olabilir” açıklamasında bulundu.
“Oksijen miktarı yüksekse kan açık kırmızı olur”
Prof. Dr. Akkoyunlu, kanın rengini ve parlaklığını oksijen seviyesinin belirlediğine işaret ederek, “Mesela kalp krizi geçirirken kalpteki bir damara pıhtı atar, ona bağlı olarak göğsünüzde baskı, ezilme hissedersiniz. Bu belli bir dokuda veya organda var olan oksijen yetersizliğini ifade eder. Bacaklarda veya kollarda, ellerde atar damar dediğimiz oksijeni taşıyan damarlarda bir tıkanıklık meydana gelir. Direkt olarak o bölgede morarma görürüz. Oksijenin çok güzel bir belirtisi vardır. Eğer kandaki oksijen miktarı yüksekse yani kan oksijene doymuşsa açık kırmızı görülür. Ama kan eğer oksijene doymamışsa yani oksijen miktarı yetersizse koyu kırmızı görülür. Aslında kana parlak rengi veren oksijendir. Bu nedenle atar damarlar parlak kırmızıyken toplardamarlar koyu kırmızı, kahverengine yakın kanı taşırlar. Bu nedenle tırnak uçlarımıza, dudaklarımıza rengini veren şey kısmen parlak kırmızı ve koyu kırmızı kanın birlikte oluşturduğu kontrasttır” diye konuştu.
“Dudakta ve tırnak ucundaki morarmayı ciddiye alın”
Özellikle vücuttaki bazı sinyallerin oksijen seviyesini gösterdiğini ifade eden Prof. Dr. Akkoyunlu, “Eğer dudaklarımızda, tırnak uçlarımızda, parmak uçlarımızda renk morarmaya doğru gidiyorsa demek ki o bölgede oksijen azlığı var manasına denk gelir. Özellikle dudaklar ve parmaklar bizim için oldukça önemlidir. Vücudun uç kısımları olmasına rağmen genel bir oksijen yetersizliğini gösterir bu bölgeler. Mesela çok üşüyorsanız veya soğuk suya girip çıktığınızda vücut ısıyı artırmak için damarlar büzüşür. Ellerinize, dudaklarınıza çok fazla kan akımı olmaz ve oksijen miktarı azaldığı için kan içerisinden bir morarma meydana gelir. Bunlar geçicidir ama normal şartlarda yani ekstra soğuğa maruz kalma yokken eğer dudak ve parmaklarda morarma varsa o zaman ya kandaki oksijen iletiminde ya da kanın iletiminde bir problem var demektir. Bu durumda bir göğüs hastalıkları doktoruna başvurulmalıdır” şeklinde konuştu.
“Psikolojik nedenler de nefes darlığına yol açabilir”
Solunum yetmezliğinin altında bazen psikolojik problemlerin olabileceğine değinen Prof. Dr. Akkoyunlu, “Ani bir solunum durmasına bağlı olarak meydana gelen bir olay saniyeler içinde tedavi edilmeli ve hastanın yeniden yaşama döndürülmesi gerekmektedir. Zaten beynin oksijensizliğe dayanabildiği süre en fazla 6 saniyedir. 6 saniye boyunca beyine oksijen gitmezse beyin ölümü meydana gelir, kalp dokuları yani hızlı çalışan organlarımızdaki oksijen ihtiyacı çok fazladır. Bu nedenle solunum yetmezliği eğer ani gelişen bir olaysa o hayati riski ifade ettiği için ani tedaviler kalp masajı ve suni solunumdur. Acilen makinaya bağlanmalıdır. Ancak solunum yetmezliği kronik bir olaysa altta yatan sorun neyse, nörolojik veya sinir iletimi ile ilgili mi ona bakılıp tedavisi yapılır. Şayet akciğerle ilgiliyse daha özel tedaviler yapılır. Kalple ilgiliyse onun özel tedavileri vardır ona göre tedaviler yaparız. Şunu belirtmek lazım ki nefes darlığı solunum yetmezliğinin en önemli belirtisi olmasına rağmen aynı zaman da psikolojik olarak ortaya çıkan problemlerinde en sık görülen bulgusudur. Mesela psikolojik olarak kas ağrıları olan bir kişide halsizlik ve nefes darlığı da görülebilir. Bu nedenle altta yatan neden incelenmelidir” ifadelerini kullandı.