Eroğlu, "Varlık Fonu denildiğinde bütçe fazlası olan ülkelerin gelirlerini sonraki nesle aktarmak için kullandığı bir fon olarak yorumlanarak Türkiye'nin bütçe fazlası yok, neden Varlık Fonu var diye soruluyor. Türkiye'nin Gayri Safi Milli Hasılası 800 milyar dolar, borçlarımız ise kamu, özel her şey 250 milyar dolar. Yani Gayri Safi Milli Hasılanın 4’te 1'i kadar. ABD'nin borcu 15 trilyon dolar, Japonya'nın 8 trilyon dolar. Yani başkasının tasarruf parasıyla kalkınıyorlar. Bankacı olarak istenildiğinde kredi veriyoruz ama verirken alacak kurum veya kişiyi araştırıyor, fizibilite, öz kaynağını araştırdıktan sonra kredi verilmesine karar veriyoruz. Türkiye yıllardır dışarıdan borç alıyor yatırımları finanse etmek için. Ne Türkiye Cumhuriyeti ne de Osmanlı döneminde kimseyi sömürmediğimiz için birikim de yapmamışız. Afrika'yı, Balkanları, Ortadoğu'yu sömürüp İstanbul'a taşıyalım dememişiz. Petrol, doğalgaz, altınımız da yok. 1950 yılına kadar bu ülkenin birkaç fabrikasından başka yatırımı yoktu. 1950'de Marshall yardımı, daha sonra Dünya Bankası, IMF ile tanıştık. Borç veren emir de vermeye başladı. 1980'e geldiğimizde o dönemin Başbakanı merhum Süleyman Demirel'in deyimi ile 70 sente muhtaç hale gelindi. Merhum Turgut Özal ile serbest ekonomide bir kıpırdanma oldu. Ancak sonraki yıllarda krizler oluştu. 2001'de bir anayasa kitapçığının fırlatılması 50 milyar dolar bu ülkeye kaybettirdi. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın kurduğu AK Parti'nin 2002 yılında iktidara gelmesinin ardından ülkemiz istikrara kavuştu. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan 2002 yılında başbakan olarak göreve gelmesi ve ardından yaptığı başarılı çalışmalar ile şuanda huzur içinde yaşıyoruz" dedi.
“Bankalar AK Parti ile kar etti”
Bankaların 2001 yılına kadar kamuya yük olduğunu hatırlatan Eroğlu, "2001 yılında kamu bankalarının kamu hazinesine yükü, Gayri Safi Yurtiçi Hasılası yüzde 14,5'ine ulaşmış. Bugün bunu hesap edersek 800 milyar dolar Gayri Safi Yurtiçi Hasılası olduğunu düşünürsek, 120 milyar dolar maliyeti var. 2001'de koalisyon hükümetinin bakanı Kemal Devrişoğlu geldi, bankaları satalım diyerek satışa çıkartıldı. Halkbankın şuanda 1 yıllık karı olan 1,5 milyar dolara satılması isteniyordu. 2002 yılında AK Parti'nin iktidarı ile alınan tedbirlerle bankacılık sistemi güçlendi. Halkbank ve Ziraat Bankası kar etmeye başladı. 2005 yılında daha önceki hükümetin aldığı karar ile Halkbank satışta iken AK Parti hükümeti buna izin vermedi. Çünkü artık kar ediyordu. O gün satmayan hükümet, bugün kar eden bankalarını niye satsın. İçiniz rahat olsun, Varlık Fonu ile ilgili yalan bilgilere itibar etmeyin. Varlık Fonunun kuruluş kanununda bu varlıklar haciz edilemez, ipotek gösterilemez, teminat gösterilemez deniyor. Her türlü tedbir alınmıştır. Denetim eksik deniyor, yok öyle bir şey. Ziraat ve Halkbankası da Sayıştayın 4 başdenetçisi, genel müdürler ile aynı katta çalışmalarını devam ettiriyorlar. TBMM KİT Komisyonu da çalışmalarını sürdürüyor” diye konuştu.
"Çift başlılık ortadan kalkacak"
Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı İhsan Şener ise, yakın tarihte her 3-6 ayda bir, 5 yılda bir ekonomik ve siyasal krizlerin yaşandığını anlatarak, "1937 yılında Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü arasındaki başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı kavgasıyla başlayan süreç yakın tarihe kadar baba oğul gibi görünen insanlar arasında da oldu. AK Parti'de de oldu. Ahmet Davutoğlu ile Cumhurbaşkanımız arasında da oldu. Bunun sebebi, cumhurbaşkanlığı makamı sorumsuz büyük yetkilerle donatılmış bir makam. Başbakanlık makamı da bütün sorumlulukların üzerine ama yetkisiz bir makam. İl müdürünü cumhurbaşkanının onayına sunmak zorunda. Anlaşamadığı zaman ne olacak? Kriz. Bu iki başlılığın ortadan kalkması gerekiyor" ifadelerini kullandı.