“ÖLÜMSÜZ BİR CANIN VAR. NE DİYE KORKARSIN ÖLÜMDEN?”
Sevdiğine kavuşma duygusuyla güle oynaya ölüme kucak açan başka bir düşünce sistemi bulunmadığına dikkat çeken Sözen, Mevlânâ’nın: “Ölümsüz bir canın var, ne diye korkarsın ölümden? Allah’ın nuruna sahipsin, nasıl sığacaksın mezara?” sözleriyle, ruhun ölümsüz olması ve maddî kayıtlara bağlı kalmaması sebebiyle ölümden korkmanın anlamsızlığını vurguladığını belirterek, “Hz. Mevlânâ’nın düşüncesinde ölüm, ölümsüz bir yaşayışa erişmektir. Bu gerçeği bilen insan, ölümden hiç korkmaz, aksine Allah’a kavuşmak için can atar. Çünkü ölüm bu dünyaya özgü bir durumdur; öbür dünya açısından ise doğmaktır ve orada ölümsüzlük vardır. Öyleyse bedenden sıyrılıp hiç korkmadan, neşe içinde öbür dünyaya gidebilmek lazımdır. İşte o zaman ölüm vakti, insan için bir Şeb-i Arûs, yani düğün gecesi olabilmektedir.”
Mevlânâ’nın düşünce sisteminde ölümün, asıl vatana, yani sonsuz âhiret yurduna yeniden dönmek manasına geldiğini ifade eden Sözen, “Ona göre ölüm, ruhun ten kafesinden kurtuluşudur. Kabir hayatından sonra kıyamet günü İsrafil (a.s.)’ın sûra üfürmesiyle birlikte ruhlar ait oldukları bedene geri dönecek ve yeniden diriliş gerçekleşecektir. İnsanın gelişip olgunlaşması ve ahlâkî yetkinliği elde etmesi temeline dayanan tasavvuftaki devir nazariyesini kabul etmekle birlikte Hz. Mevlânâ, “ruh göçü” olarak ifade edilen ve ruhun bir bedenden başka bir bedene veya insandan hayvana ya da hayvandan insana geçmesi demek olan reenkarnasyonu şiddetle reddeder. Bu da onun Kur’an ve Sünnete sıkı sıkıya bağlı olduğunun göstergelerinden biridir. Esasında o, bütün görüşlerinde olduğu gibi ölüm ve ruh konusunda da fikirlerini tamamen âyet ve hadisler ışığında şekillendirmiştir. Bu tavrı da onun: “Ben Kur’an’ın kulu kölesiyim, Resûlüllâh’ın ayağının tozu toprağıyım” şeklindeki meşhur sözünün hakkını verdiğini göstermektedir” dedi.